Olimpizm ve Paternalizm

O

Coubertin modern toplumda kazanılan insan ve sivil haklarla baş edebilmek için vatandaşı toplumun kurucu bir parçası olmaktan çıkararak yerine aile ve ırkı (ulus) koyar. Bu şekilde sivil toplumu yok ederek onu hayatta kalması ve gelişimi doğal yasaların etkileriyle şekillenen ve hayvan dünyasının sürekli gelişimini temsil eden bir kuramsal bütünlüğe indirger. Aslında Coubertin toplumu bir insan topluluğu olmaktan çıkarır ve tuhaf bir “uygarlaşmış” sürü gibi bir hayvan (biyolojik) topluluğuna indirger.

“Naturalist” konseptinin temelinde Coubertin “toplumun temel hücresi” olarak kadın ve çocukların pater familias’ın tartışmasız otoritesine boyun eğdikleri ataerkil aileyi görür. (31) Aile doğrudan ve kendiliğinden doğa yasalarından ortaya çıkan bir sosyal yapının birincil şekli olarak görünür ve bu nedenle sosyal düzenin temelini temsil eder. Aile hiyerarşisi biyolojik-üreme rolleri ve toplum yapısının temeli olarak “güçlü olanın hakkı” üzerinde kuruludur. Aile toplumun yalnız biyolojik hücresi olmakla kalmaz, aynı zamanda toplumun hiyerarşik ve otoriter yapısının ilk ve en önemli “doğal” ve bu nedenle de tartışmasız temeli olur. Aile temel toplumsal farzla bir “ortaklık”, yani bir “sosyal fikir birliği” eğilimi oluşturur. Comte bu konuda şöyle demektedir: “Hiç şüphe yok ki hiçbir doğal ekonomi insan ailesini oluşturup mantıklı bir sosyal düzenin gerekli biçimi haline gelen bu mutlu kendiliğinden bağlılık kadar takdir edilmeyi hak etmez”. (32) Bu nedenle Coubertin için kadınların özgürlük mücadelesinin en kötü suç olması tesadüf değildir: ataerkil ailenin dağılması kapitalist toplumun (doğal düzenden ortaya çıkmış) otoriter temelinin sarsılması demektir ve bu da toplum düzeninin üzerinde kurulu olduğu güç hiyerarşisinin sarsılması anlamına gelir. Aileyi bir “kutsal kurum” olarak savunan Coubertin “cinsiyet eşitliği” düşüncelerine ve evliliği “özgür ortaklık” olarak gören fikirlere saldırır ve bunları mantık dışı olmakla kalmayıp “her şeyin düzenine” karşıt ilişki sistemleri ortaya koyan “huzur bozucu teoriler” olarak adlandırır. (33)

Coubertin aile içindeki kadını, “doğal” konumu nedeniyle fiziksel ve düşünsel olarak “daha aşağı” bir yaratık olarak, yani “zayıflığın” sembolü olarak ilan eder. Olimpiyat Oyunları’na kadınların katılımını şiddetle kınar. Ona göre kadınların yer aldığı toplumsal spor karşılaşmaları “korkutucu” olmaktadır. (34) 1928 yılında Amsterdam’da düzenlenen IX. Olimpiyatlar’da yer alanlara verdiği mesajında Coubertin kategorik olarak şunları söyler: “Oyunlara kadınların katılımına şiddetle karşıyım. Onların sayıları gittikçe artan yarışmalara katılmalarına izin verilmesi benim isteğim dışında olmuştur.” (35) 1935 yılının Ağustos ayında Alman Radyosu’nda yapılan ve 1936 yılındaki Nazi Olimpiyatları’na ithaf edilen söyleşide Coubertin şöyle der: “Gerçek Olimpiyat kahramanı benim gözümde yetişkin erkektir diye söylemiştim.” (36) Olimpiyat galipleriyle ilgili konuşurken de bu görüşlerini tekrarlar: “Her zaman yinelediğim gibi, tek gerçek kahraman yetişkin erkektir, yani ne kadın ne de takım sporlarıdır.” (37) Takım yarışmalarını “ikincil” sporlara indirgeyen Coubertin devam eder: “Gerekli görülürse kadınlar da burada yer alabilir. Şahsen ben kadınların toplumsal yarışlara katılımını onaylamıyorum, ama bu demek değildir ki kendilerini topluma teşhir etmemeleri kaydıyla pek çok spor türünü yapmaktan kaçınmalılar. Olimpiyat Oyunları’nda daha önceki zamanlardaki yarışmalarda olduğu gibi kadınların rolü kahramanları ödüllendirmek olmalıdır.” (38) Coubertin’in doktrininde spor, ilkel ve acımasız bir cinsiyet ayrımcılığının siperidir ve Olimpizm de onun “insancıl” bayrağıdır.

Coubertin bütün “Olimpik” yaşamı süresince kadınların insan ve sivil haklarına karşı fanatik biçimde savaştı. Coubertin eşitlik için savaşan kadınlar için aşağılayıcı sıfatlar kullanır ve onları “feministlere” indirger. Onların mantıklı karar alma yetisini reddetmeye kadar ileri gider: “büyük hümanist” Coubertin, “duygularından çok mantığıyla hareket eden kadın yalnızca anormal değil, aynı zamanda korkunç bir yaratıktır” der. (39) Evi belirli bir bölge olarak görüp evin kadının “özgürlük” (“ev ekonomisi”) alanı olduğunu belirtir. Kızların yetiştirilmesindeki temel amaç onların anne olmaya, çocuklara ve pater familias’a bakmaya ve ev işleri yapmaya fiziksel ve ruhsal olarak hazırlanmasıdır.

Coubertin, insanı en çok sevme ve sevilme hakkından yoksun bırakarak sakat bırakmıştır. İnsanlar arasında gerçek arkadaşlık olması olanaksızdır. Karının kocasına olan “sevgisi” kocanın otoritesine mazoşistçe bir boyun eğmeye indirgenir. Bir pater familias’ın karısı ve çocuklarıyla olan ilişkisi, onun ailenin ekonomik direği ve desteği olma rolü ile ailenin doğası gereği sosyal gücün hiyerarşik yapılanmasının temeli olmasıyla belirlenir: pater familias toplumun otoriter yapısının temel bariyeridir. İnsanlar arasındaki ilişkiler egemenlik düzenine ve insanların buna uygun olarak oynadıkları rollerle belirlenir. Toplumun kurucu parçası insan değil, ırk ve aile olduğuna göre, bir ırk ve cinsiyet olarak insanların rolleri ve buna bağlı olarak yükümlülükleri ilişkilerinin temeli ve yapısını temsil eder. Pater familias karısına bir insan olarak davranmaz ve ona karşı sevgi beslemez. Erkek ve kadın arasındaki seks ilişkileri biyolojik (üreme) fonksiyonlarıyla belirlenir ve erkek ile dişi arasındaki ilişkilere karşılık gelir. İnsanları hayvanlardan ayıran bir ırkın (milletin) mensupları olarak ırkın biyolojik üremesini sağlamak için bir “toplumsal görevleri” olmasıdır, burada kadın, ırkın üremesi için bir araca ya da özel bir ırkın (milletin) kuluçka makinesi olmaya indirgenmektedir. Bir kocanın görevi karısını döllemek ve ailesini desteklemekken bir karının görevi çocuklar doğurup onları büyütmektir. Evlilik, özgür insanların birlikteliği değil, bir millete (ırka) görevle bağlanmış üreme organlarının kurumsallaştırılmış esaretidir. Kadına evlilikte veya evlilik dışında seksüel tatmin hakkı verilmez, kadın seksüel ihtiyacını çocuklarına olan sevgisine dönüştürür. Diğer taraftan pater familias evlilik dışı seksüel tatmine yetkilidir, karısı kocanın “maceralarını” “gözlerinde yaşlarla” kabullenmelidir (40) ve eğitimli bir köpek gibi “her zaman yerinde durarak” kocasına katlanmalıdır. (41)

Coubertin’in çalışmalarındaki onun kadınlara karşı inanılmaz aşağılayıcı bakışına, burjuva yorumcuların bu kadar kolay ve aldırmazlıkla karşılamaları şaşırtıcıdır. Boulongne Coubertin’in “ıslah olmaz bir kadın düşmanı” olduğunu söyler ama hemen arkasından “büyük bir hümanist” ilan eder. Coubertin’in “renkli insanları” “daha aşağı ırklara”, Avrupalı işçileri ilkel “kitlelere” indirgediği gerçeğini göz önüne alırsak Coubertin’in “kocaman yüreğinde” yalnızca aristokrasi, burjuvazi ve tabii ki Nazilere yer olduğunu anlarız. Coubertin Nazilere ölümünden sonra yapılmak üzere özel bir Olimpik görev vermiştir: cesedinden kalbini çıkartıp antik Olympia’ya gömme. Naziler onu hayal kırıklığına uğratmadılar: verilen görevi ustaca ve şevkle yerine getirdiler.

O autoru

Administrator

Dodaj Komentar

Noviji tekstovi

Poslednji Komentari

Arhiva

Kategorije

Meta Linkovi

Pratite Ducijev rad i na fejsbuku