Olimpizm ve Irkçılık

O

Coubertin’e göre Antik Yunan’da ortaya çıkan “ırksal üstünlük ve bunun önceden saptanması” fikri (43) Modern Olimpizm’in mihenk taşlarından biridir. Coubertin’in sömürgecilik ve ırkçılığından bahseden Boulongne şunları söyler: “ona göre yeni sömürgelerin fethedilmesi kutsal hak ilkesine, yani insan ırklarının farklı olduğu ve doğal olarak diğer ırklardan üstün olan beyaz ırk yanında diğer bütün ırkların aşağıda olduğu inancına dayanır.” (44) Ve şöyle devam eder: “Coubertin der ki: başka insanların Avrupalılaşmasını kimsenin küçümsemeye hakkı olmadığını, etnik dinlerin Hıristiyan dinine eşit değerde olduğunu, siyah ya da sarı ırkın mensuplarının beyaz adamdan farklı, ama aynı değerde olduğunu iddia etmek, sigara içilen meclislerde geçerliliği savunulan hoş sofizmdir, fakat ne değerleri ne de geçerlilikleri vardır: çöküşle ilgili bir çelişkiyi temsil ederler ve bir an için yüzümüze gülümseme getirseler de hiçbir zaman bir yönetim yasası olarak alınamazlar.” (45) Coubertin’in ırkçılığının temeli “tanrısal” değil, “güçlü olan haklıdıra” dayalı “doğal yasadır”. Sosyal Darwinist evrimi göz önüne alarak Coubertin beyaz ırkın hayatta kalma mücadelesinde “en saf, en güçlü ve en akıllı” (46) ırk haline geldiği sonucuna varır, bu da “daha aşağı ırkların” genetik (fiziksel ve zihinsel) özellikleri nedeniyle beyaz “baskın ırka” boyun eğmeye yazgılı olduğu anlamına gelir. Coubertin “renkli ırk” mensuplarının aslında sivil ya da insan haklarına sahip olmadığı düşüncesiyle devam eder: onların “hakları” sömürgeci metropollerin çıkarları ve efendilerinin iradelerinden ortaya çıkar. Coubertin şu fikrini saklamaya çalışmaz: “Bütün insan ırklarının eşit haklara sahip olduğunu iddia eden teori sömürgelerde gelişimi engelleyen bir politik çizgiyi oluşturur. Üstün ırk kendini küçültmeden köleliği ya da daha hafif bir serflik biçimini uygulamaya koymakla aşağı ırkı uygar yaşamın belirli ayrıcalıklarından men etmeye tamamen yetkilidir.” (47) Coubertin’in Güney Afrikalı köle sahipliği ve ırkçı rejimiyle olan ilişkisi, Coubertin’in “aşağı ırkların” insan ve sivil haklarına olan saygısının boyutlarını gösterir. Coubertin beyaz azınlık tarafından Afrika yerlilerine yapılan insanlık dışı zulmü haklı göstermek için şöyle yazar: “Güney Afrika madenlerini doğuran rejimi unutmayın. (…) Oradakiler kurumdan daha çok köleliğe yakın başka bir şeydir. Fakat, tabii ki İngiliz olunca bu insan şerefine hiç dokunmuyor!” (48)

Coubertin beyaz insanların “aşağı ırklarla” karışmasına şiddetle karşıdır, çünkü bu karışım beyazların soyunu bozmaktadır. Coubertin “(Beyaz) ırkın saflığı için mücadele, mensupları arasında en temel amaç olarak yerini korumaktadır.” diye belirtir. (49) Helenik ırkın “saflığı” en önemli özelliğidir ve bu, ırksal gücün temelini ve Helenlerin devamlılığını sağlar. Chamberlain’in ayak izlerinden giden Coubertin: “Nasıl bir tazı, buldog, kaniş ve New Land köpeği birbirinden farklıysa insan ırkları da aslında karakterleri, özellikleri ve her şeyden öte bireysel yeterlilikleri açısından farklıdır. – Her ırkın kendi görkemli ve karşılaştırılamaz yüz ifadesi yok mudur? Helenler olmasa Helenik sanat olabilir miydi? … Bir ırkın özelliğinin farkında olmak kadar tatmin edici bir şey olamaz. Saf ve belirli bir ırka ait bir insan bunun farkındalığını hiçbir zaman kaybetmez. Irk ağacının koruyucu meleği her zaman onun yanındadır, dengesini kaybettiğinde onu destekler, kaybetme tehlikesi durumunda onu uyarır, onu bağlılık için zorlar ve ona imkânsız olduğunu düşündüğü, hatta hiçbir zaman cesaret edemeyeceği kahramanlıkları yaptırır. Irk insanı kendisinin üzerine çıkarır, onu alışılmadık – hatta doğal olmayan – güçlerle donatır. (50) Gobineau (51) ve Chamberlain (52) gibi Coubertin beyazlardan kanlarını, Coubertin’in “Asyalı” ilan ettiği Yahudiler ve diğer “aşağı ırkların” kanlarıyla kirletmemelerini ister. Coubertin’in ırka, kana verdiği önem en iyi “Histoire universelle”inde (Evrensel Tarih (ç.n.)), Yahudiler üzerine yaptığı yorumda görülür: “Öte yandan bazı yazarlar Yahudilerin onsekiz yüzyıllık sürede bütün dünyaya yayıldıkları ve diğer insanlarla çok fazla karıştıkları için bir ırkı oluşturan özellikleri kaybettiklerini öne sürerek Yahudi ırkı hakkında konuşmamamız gerektiğini söylüyorlar. Bu yanlış bir bakış açısıdır. Hem inanç, hem de propaganda aracılığıyla pek çok etnik öğenin İsrail diniyle bağlantılı olduğu doğrudur. Fakat, Yahudi kanının gerçek gücü o kadar büyüktür ki birkaç damlası vatanlarını fethetmeye yeter.” Coubertin daha önceki iddialarına bakılırsa, Yahudilerin “yüreklerinin derinliklerinde Asyalı olarak kalmaları”, “elde etme konusunda kaba ve inatçı” olmaları, “işte zeki ve kurnaz” olmaları ve tarihteki rollerinin “önemsiz” olması, onlarla karışmanın, beyaz ırkın soyunu bozacağını açıklar. (53) Coubertin bu satırlarını Nazilerin Almanlar ve Yahudiler arasındaki evlilikleri yasakladığı “Irkçı Yasalarını” meclislerinden geçirdiği zamandan (15 Eylül 1935) yaklaşık on yıl önce yayınlamıştır.

Nazilerin aksine Coubertin “aşağı ırkların” yok edilmesini istemez, fakat “doğal ayıklanma” kavramınında, “egemen ırkın” kendi çıkarı için diğer insanların ve ırkların soykırımı da dâhil olmak üzere her şeyi yapmaya “doğal hakkı” olduğunu belirtir. İnsanların yaşam haklarının yönetim düzeninin istikrarlı bir gelişime hakkı olmasına bağlı olması gibi, “aşağı ırkların” yaşam hakkı “üstün ırkın” hayatta kalma hakkına bağlıdır. İnsan toplumunun yalnızca bir parçası olduğu hayvan dünyasındaki baskın düzene bağlı olarak beyaz ırkın “yaşam alanını” ele geçirmesini meşru kılar. Bu nedenle, Coubertin ne İngiliz İmparatorluğu’nun Kuzey Amerikada, Avustralyada, Çin, Afrika ve Hindistanda ki soykırım faaliyetlerini ne de Aryan üstün ırkını yaratmak amacıyla yaşam alanına (Lebensraum) saldıran, Yahudileri, Slavları ve Çingeneleri imha ettiklerini saklamayan Almanları eleştirmez.

Eğer Coubertin’in hayatta kalma savaşında beyaz ırkın “en saf, en zeki ve en güçlü ırk” haline geldiği anlamına gelen evrim teorisi doğruysa spor alanında “aşağı ırkların” temsilcilerinin “efendi ırkın” en iyi temsilcilerinin karşısında zafer kazanması mümkün değildir. “Aşağı ırkların” katılımına izin verilen Olimpiyat Oyunları yalnızca beyazların “ırksal üstünlüğünün” kanıtlanması anlamına gelir. Coubertin’in yaşadığı dönemde bile spor alanlarındaki karşılaşmalar onun ırkçı kavramı ve Sosyal Darwinist teorisinin geçersizliğini sağlam kanıtlarla göstermiştir. haksız rekabetin temsili olmanın yanısıra, sadece beyaz burjuva elitlerin sahip olabileceği kazanma arzusu ve güç istencinin ana malzemesi olarak düşünülmesi, ormandan gelenlerin (54) sahip olduğu kas kuvvetini önemli hale getiriyordu. Mens sana in corpore sano (sağlam kafa sağlam vücutta bulunur (ç.n.)) özdeyişi ve Coubertin’in mens fervida in corpore lacertoso (coşkulu ruh kaslı vücutta bulunur (ç.n.)) özdeyişi “siyahlar”ın beyazlardan daha güçlü bir ruhları ve karakterleri olduğu “gerçeğini” gösterir. Coubertin için boks kapitalist toplumun temel ilkesini – “yaşam için mücadeleyi” – somutlaştırır, bu nedenle de burjuva gençliğinin yetişmesinde ana araçtır. (55) Ne var ki Coubertin’e göre “saf bir erkek sporu” olan boksta “efendi ırkın” ana özellikleri olarak en fazla ifade edilen kazanma arzusu, hızlı karar verme, “çelik atiklik” (Hitler), sebat ve cesarette “siyah” sporcuların tartışılmaz üstünlüğü kurulmuştur.

Coubertin’in zamanında bile sporun gelişimindeki eğilimleri açıkça hatırlatan spor alanındaki “gerçekler” Coubertin’in genetiğe bağlı anlayışına göre analiz edilirse şu sonuçlara varırız: öncelikle doğal ayıklanma ilkesine göre uygarlığın gelişimi beyaz ırkın “renkli” ırklar üzerinde fiziksel “üstünlüğüne” yol açmamıştır, tam tersi olmuştur; ikinci olarak beyaz ırkın “saflığı” onun gelişimine değil, dejenerasyonuna yol açmıştır ve üçüncü olarak beyazlar ve siyahların karışımı beyazların genetik özelliklerinin gelişimine ve siyahların genetik özelliklerinin zayıflamasına yol açmıştır. Coubertin için Olimpik galiplerin insanoğlunun “seçkinlerini” temsil ettiğini, bu nedenle beyaz “üstün ırkta” vücut bulan kapitalizmin baskın ruhunun sembolik ifadesi olan religio athletae’nin (sporcu dini (ç.n.)) temsilcileri olduğunu düşünürsek çelişki tamamlanır: “aşağı ırkların” temsilcileri beyaz ırkın “üstünlüğünü” kanıtlayan “galip ruhun” taşıyıcıları haline gelirler! Coubertin için beyaz ırkın “gelişiminin” “ilerlemenin” temel göstergesi olduğunu da eklersek Coubertin’in evrimsel gelişim teorisinin hiçbir anlamı olmadığı açıkça görülür. Coubertin’in ırkçı teorisinde apriorizme yükseliş sağlayan evrimcilikle “gerçeklere saygı duymak” konusunda ısrar eden pozitivizm arasındaki değişmez çelişki doruğa çıkar.

Coubertin’in ırkçı kavramındaki en büyük tutarsızlık, hayvan dünyasında baskın davranış kalıbı olan hayatta kalma mücadelesinin insan ilişkilirinde de da baskın olması gerektiğini ilan etmesinde ve aynı zamanda “aşağı ırkların” mücadele hakkını reddetmesinde yatar: Coubertin’in ırkçı teorisiyle “evrensel” varolma mücadelesini, beyaz ırkın “renkli ırklar” üzerindeki baskın durumunu sonsuza dek koruma ayrıcalığına dönüştürür. Burada Coubertin burjuvazi ve işçilerin (kadınların) sosyal konumlarını belirlemek için bir model uygulamıştır: evrimin seyrinde beyaz ırk bir yırtıcı hayvanın özelliklerini almışken “renkli ırklar” geviş getiren hayvanların özelliklerini almıştır. Buradan da bir kurdun koyunu mideye indirmesinin doğal hakkı olup, koyunun da doğal “zorunluluğunun” kurda karşı koymamak olduğu fikrine ulaşılır. Coubertin “renkli ırkları” spor sayesinde baskınlık mücadelesine dâhil etmek için değil, onların “üstün (beyaz) ırkın” üstünlüğünün kalıcı olarak kurulu olduğu “dünya (sömürge) düzenine” kaynaşmalarında sporu bir araç olarak kullanmaya çaba gösterir. O, diğer ırkların temsilcilerinin beyaz ırkın temsilcileriyle eşit temelde katılımına hak vermek taraftarı değildir, fakat baskın beyaz “seçkinlerin” “aşağı ırkların” spor alanında efendileriyle birlikte katılımlarına hak verme taraftarıdır. Bu, “efendi ırkın” sonuç olarak itaat eden halkları özgürlükçü mücadelelerinden vazgeçirecek ve sömürgeci düzeni koruyacak “merhametli” (la charité) bir davranıştır. Coubertin Hindistan’daki İngiliz sömürgeci egemenliğini model olarak gösterirken sporun “aşağı ırkların” sömürgeleştirilmesinde “etkin” bir araç olduğunu belirtir. Sporun “yerliler” arasında yayılması gerekliliği hakkında konuşurken Coubertin şu sonuca varır: “Spor genellikle disiplin etmek için güçlü bir araçtır. Her türlü olumlu sosyal özellikleri, sağlığı, hijyeni, düzenliliği ve kendini kontrolü oluşturur.” (57) Spor, sömürgeleştirilmiş halklarda bastırılmış bir bilinç yaratmanın aracı ve bu insanların efendilerinin ruhsal yörüngesine “işlenmiş” köleler düzeyinde kaynaşmalarının yolu haline gelir. Coubertin’in Katolik “misyonlarda” “aşağı ırkların” ruhsal sömürgeleştirilmesinde model bulması tesadüf değildir. Coubertin’in Olimpik felsefesinin temel ilkesi “spor aşkı” değil, işçilerin ve “aşağı ırkların” etkili olarak bastırılmasıdır. “Olimpik pasifizm” sömürgeleştirilmiş halkların hem kendilerini sömürge baskısından kurtarma mücadelesinden hem de beyaz ırka karşı mücadeleden sonsuza dek vazgeçmek demektir; yani “efendi” (beyaz) ırkla “aşağı ırkların” mücadelesinin “olasılık eşitliği” formunu alarak kurulu “dünya düzeninin” değiştirilmeyip sağlamlaştırıldığı yer olan spor alanına taşındığı anlamına gelir. Bu, ırklar arasındaki mücadele üzerine kurulu evrimin sonunu işaretler ve insanoğlunun gelişiminde “mükemmelleşme”, “barış” ve “ırklar arası dayanışmaya” dayanan yeni bir devir başlatır. Yeni kurulan “Olimpik zaman sayımı”, beyaz ırkın dünyayı tamamen fethettiğini, hem tarihin sonunu hem de ırksal ve sosyal kökeni önemli olmaksızın bütün insanların özgür ve eşit olacağı gelecek hayallerinin sonunu temsil eder. Coubertin Nazi rejimini destekler çünkü onda “sonsuz barışı” kuracak gücü bulur. Coubertin Hitler’in “Mein Kampf”ındaki (“Kavgam” (ç.n.)) “pasifistik” bakış açısıyla aynı paraleldedir: “Doğrusu pasifistik-hümanistik düşünce ancak erdemli bir adam dünyayı fethedip ona dünyanın tek hâkiminin kendisi olacak şekilde boyun eğdirirse iyi olabilir.” (58) Naziler Coubertin’den daha da ileri gittiler: ilan ettikleri amaçları yalnızca “sonsuz barışı” kurmak değil, “dünyadaki bütün halkların mutlu olacağı” bir düzen kurmaktı! (59)

Coubertin’in düşüncesindeki başka bir çelişki güçlü olan tarafından yönetilen düzene saygı göstermeleri için ulusların “eğitilmesinde” spor alanındaki galiplerin her zaman beyazlar olduğu “aşağı ırkların” temsilcilerinin olmadığı varsayımıdır. Aksi taktirde spor beyaz ırkın “efendi ırk” olduğu mitini dağıtma aracı değil, haklarından mahrum edilen insanların direniş bilincini oluşturmak için bir araç haline gelir. Coubertin’in bu tehlikenin farkında olduğu, “yerlilerin” yalnızca ulusal bilincin oluşmasına katkıda bulunup sömürge gücünün otoritesini tehlikeye atmayacak sporları yapması için sömürge otoritelerini uyarmasından açıkça bellidir. (60) “Aşağı ırklar” arasında spor propagandası yapmanın ve onlara efendileriyle spor alanında yarışma fırsatı vermenin “efendi ırkın” sömürge stratejisinin bir parçası olduğu akılda tutulduğunda Coubertin açıkça “aşağı ırklar” arasında sporun yayılımına her bedel karşılığında değil, yalnızca “üstün ırkın” onu kendi baskın konumunu sağlamlaştırmak için kullanabilmesi durumunda desteklemektedir. Spor, sömürge gücünün sürekliliğine katkıda bulunduğu sürece spor alanında yenilgiyi kabul etmek gerekli bir kötülüktür. Bu stratejik bir amaca ulaşmak için gerekli bir taktik hareketidir: “aşağı ırkların” özgürlükçü bilincini yıkmak ve onları küresel sömürge düzenine kaynaştırmak amacına. Coubertin’in genetik teorisinde bunun geçici bir hareket olduğu görülebilir. “Aşağı ırklara” spor alanında “üstün (beyaz) ırkla” birlikte katılım “hakkının” verilmesi “efendi ırkın” “mükemmelleşmesine” değil, zayıflamasına yol açar. Acaba Coubertin Hitler’in yalnız “üstün ırkın” temsilcilerinin yarışmasına izin verilen Olimpiyat Oyunları modeli için aslında çaba göstermiyor muydu? Coubertin’in Olimpiyat Oyunları’nın “uygar milletler” arasında bir yarışma olduğu şeklindeki asıl Olimpik fikri ve antik ırkçı Olimpiyat Oyunları’nın “kendi” Olimpiyat Oyunları için tartışmasız bir model olduğu görüşünü hesaba katarsak, Nazilerin Olimpik mirasın varisleri ve Olimpik idealinin koruyucuları olmalarını istemesi çok daha derin bir anlam içerir.

O autoru

Administrator

Dodaj Komentar

Noviji tekstovi

Poslednji Komentari

Arhiva

Kategorije

Meta Linkovi

Pratite Ducijev rad i na fejsbuku