Olimpizm ve Hıristiyanlık

O

Modern Olimpizm Saint-Simon tarafından savunulduğu gibi  “yeni Hıristiyanlığı” değil (2), yeni paganizmi yaratmak için bir girişimdir: Helen uygarlığı, Olimpizm’in (idealize edilmiş ve çarpıtılmış) ruhsal temeli ve kaynağıdır. Coubertin, Olimpizm,i, tamamıyla insanı ruhani yörüngeye entegre eden ve onun mevcut dünyayla eleştirel-değişken ilişki kurma olasılığını ortadan kaldıran, antik paganizme benzeyen bir dine dönüştürmek ister. Olimpiyat Oyunları mevcut dünya kültlerinin yaratılmasına ve büyülenmesine adanmış aşkın dinsel bir seromoni haline gelir ki bu da olimpiyatların temel ilkesidir.

Coubertin Hıristiyanlıkla tatmin olmaz çünkü o (insanın “Tanrı’nın varlığı olması”, “daha iyi bir dünya”, “eşitlik”, “kardeşlik” gibi fikirleriyle….) kapitalist düzenin ana direkleri olan Sosyal Darwinist doktrin ve ilerleme ruha aykırılık gösterir. Daha da önemlisi, Hıristiyanlık, 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarında Avrupa’yı sarsan devrimleri, ayaklanmaları, isyanları önlemede, özellikle de giderek çoğalan, örgütlenen ve politik olarak bilinçlenen, yasal yollarla güç iddia etme hakkını kazanan proletaryayı, kontrol edip, bastırmakta, yeterince etkili olamamıştı. Bu nedenle, “yeni ruha”, sivil toplumun aydınlanma mirası olan eleştirel-değişken bilince ve gelecek düşüncesine uyğun, toplumu birleştirip işçileri kurulu düzenle kaynaştırma yeteneğine sahip, daha etkili bir dine ihtiyaç vardı. Coubertin ilahi gökyüzünü ortadan kaldırır ve kapitalizmin ilerlemeci ve yayılmacı ruhuna uyğun bir doğal düzeni seçer. Var olan düzende ne bir ilahi karekter bulunur, ne de ilahi emir gerçekleşir, fakat hayvan dünyasının yönettiği (akılsız, manevi olmayan, ahlaksız, estetik olmayan) doğa yasalarının sonucudur. “İlahi” ve “metafizik” dünyalar pozitif bir dünya tarafından “yenilgiye uğrar”.

Bir pagan olan Coubertin kendisi için Olimpizm’in yalnız Hıristiyanlıktan değil, diğer tüm (Coubertin’e göre “aşağı ırklar”ın dinleri olarak Hıristiyanlık seviyesinden aşağı olan) (“etnik”) dinlerden  “üstün olduğunu” saklamaya çalışmaz, geleneksel dinlerle ve ulusal kültürlerle ve dünyanın manevi sömürgeleştirilmesine temas ederek: Katolik Kilisesi’nin başaramadığı şeyi başarmaya çalışır. Coubertin’in doktrinine göre Olimpiyat Oyunları geleneksel dini bayramların yerine geçerek, modern dünyanın en yüksek dinsel töreni olmalıdır. Bu anlamda Olimpiyat Oyunları’nın “kutsal ritmi” diğer tüm küresel gösterileri belirleyerek, tartışılmaz bir manevi rehber haline gelir: Olimpik takvim Hıristiyan takviminin rolünü üstlenirken, Olimpiyat Oyunları kapitalist zamanın devamını ve sınırlarını göstermenin ana formu haline gelir. Olimpiyat Oyunları Hıristiyan Paskalyası’na benzer, fakat Hıristiyanlığın ruhani gücünü yenileme ve Tanrı’ya inancı güçlendirmeyi değil, kapitalizmin yaşam gücünü canlandırıp mevcut dünyaya olan inancı güçlendirmeyi temsil eder: Olimpiyat Oyunları kapitalist Paskalya’dır.

Coubertin ekümenizmi reddeder, fakat (Jesuit tipi (Ignatius Loyola tarafından kurulan, 1540 yılında kabul edilen, “İsa Toplumu” adı altındaki bir din düzeni (ç.n.)) Hıristiyan “misyonerliği”nin çıktığı) Hıristiyan (Katolik) üniversalizmini kabul eder ve buradan yola çıkarak, Olimpizm’i kapitalist-emperyalist bir ideoloji olarak kurar. (3)  Burjuva “kozmopolitizmi” ve “hümanizmi” Olimpizm’i “evrensel din” yapan niteliklerdir. Hıristiyanlığın aksine Olimpizm mevcut dünyayla eleştirel değil, idolleştirici bir ilişki kurar. Coubertin ilahi gökyüzünü yerle bir etmesi yalnızca kapitalizmi Olimpizm yoluyla tanrılaştırmak içindir. “Spora Övgüsü” modern Olimpizm’in gerçek doğasını gösterir. Coubertin her satırın başında spordan saygı dolu bir hayranlıkla bahseder: “Spora Övgü” özgün bir “Te Deum” haline gelir. (4) Spor, kapitalizmi vareden ilkelerle “pure” bir formda boy gösterdiği kadar, Üstün Varoluş ve mukadderatı belirleyen bir güç haline de gelir.  Coubertin’nin Olimpizm’i “mevcut dünyanın kültü” olarak tekrar tekrar vurgulaması boşuna değildir ve bunlar hegomonya ilişkileri için gerekli olan dinsel duyğuların yaratılmasıdır, bunlar Olimpiyat Oyunları’nda mitolojik bir formda ortaya çıkarlar, “faydacı pedagojinin” en önemli amacını temsil ederler. Stadyuma gitmek kiliseye gitmenin, fiziksel egzersizler ile spor karşılaşmaları sofu yaşamın ve Hıristiyan duaların yerini alarak mevcut dünya kültlerinin oluşmasına ithaf edilen bir tören/ritüel haline gelir. Compte’nin “pozitivist usul ve ayinleri” (Windelband) ve “Batı Komitesinin” fikirleri rehberliğinde pozitivist felsefeyi yeni bir “dünya dini”ne dönüştürecek olan Coubertin, Olimpic ruhban sınıfına ait yeni bir Kilise, yeni dogma, mit ve kült kurmaya çalışır. Bu noktada Coubertin’in söyledikleri şunlardır: “Benim için spor kendi Kilisesi, dogmaları ve inancıyla fakat özellikle kendi dini duygularıyla bir dini temsil eder”. (5)  IOC (International Olympic Committee – Uluslar arası Olimpiyat Komitesi (ç.n.)) konuşmaları şöyle sonlanır: “Biz kendimize asker topluyoruz ve emirlerimiz de sınırlı değil. (…) Spor derneklerinin ayrıcalıklarını ihlal etmiyoruz, biz teknik politika kurulu değiliz. Biz basitçe Olimpik düşüncenin “emanetçileriyiz”.” (6) Coubertin Olimpizm’i Modern Çağ’ın en yüksek ve tek gerçek dini, kendisini de modern Olimpik paganizminin başrahibi, en sadık takipçilerinin onu adlandırdığı gibi “ilahi baron” olarak ilan etmiştir. Coubertin Olimpiyat Oyunları’nın dünyanın yeni ruhani merkezi, yeni Vatikan olmasını istemiştir. Olimpiyat Oyunları’ndan egemen sınıfın politik bütünleşmesinin geleneksel ve kurumlaştırılmış şekli ve işçi “kitlelerin” üzerindeki manevi egemenlik aracı olarak otoritesini korumaya çalışan bir “Kilise” (aslında Olimpik paganizminin ruhuna uygun olarak “tapınak” terimi daha uygun olur) gibi bahseder.

Modern Olimpiyat Oyunları, Oyunların her zaman düzenlendiği (antik Olympia gibi) belirli bir “kutsal alan”a bağlı değildir. IOC’den “Olimpik papazlar”ın Olimpiyat Oyunları için seçtiği herhangi bir yer, Oyunlar orada düzenleneceği için “kutsal alan” haline gelir. Alanın “kutsallığı” Olimpiyat Oyunları’nın “kutsallığı”ndan ortaya çıkar, bu da orada Olimpiyat Oyunları süresince insanüstü ve tarih üstü Olimpiyat ruhunun egemen olduğu anlamına gelir. Sözde “Olimpik barış” ise uluslar ve ırkların “en iyi” temsilcilerinin, egemen ruhun “adil dövüş” aracılığıyla bulunduğu, önünde eğildikleri bu en yüksek dinsel seremoniyi hiçbir dünyevi şeyin bozmaması gerektiği anlamına gelir. Oyunlar’ın düzenlendiği yerin sürekli değişmesi, modern Olimpik paganizmin sadece dinamizmini gösterme yolu değil, aynı zamanda Olimpiyat dinini dünyanın her yerine “yayma” çabasının ifadesidir. Ne var ki, Olimpiyat Oyunları Olimpiyat gösterileriyle bir “gezici sirk” olarak tasarlanmamıştır. Coubertin için ev sahibi ülkede dört yıl süren Oyunlara hazırlık dönemi çok büyük önem taşır. Coubertin, oyunların hazırlık sürecine insanların aktif katılımasıyla, Olimpiyat dininin onların yalnızca bilincine yerleşmekle kalmayıp içlerine işlediğini bilir. Bu nedenle Berlin Olimpiyat Oyunları onu çok heyecanlandırmıştır, Naziler olimpiyat hazırlıklarını en geniş toplumsal katmanlara yaymayı başarmış ve insanları Olimpik inancın destekleyicileri haline getirerek “kazanmışlardır”. Egemen “seçkinler” tarafından önlerine konulan sonuç odaklı başarı aracılığıyla, kitlelerin fanatikleştirilmesi aracılığıyla ve eleştirel aklın yok edilmesi aracılığıyla, kitlelerin mobilize edilmesi, Olimpizm’in köşe taşlarından birisidir. Aynı zamanda Olimpiyatlara ulusları (ırkları) adına katılanlar “kutsal” Olimpik savaş alanında savaşan insanlığın “seçkinleri” iken, dünyaya egemen ruh adına yapılan haca benzeyen Olimpiyat Oyunları’na gitmek, dünyaya egemen gücün merhametini kazanmak için koşulsuz bir boyun eğme anlamına da gelir.

Hıristiyan doktrinine göre Tanrı insanı inorganik doğadan yaratmış ve ruh biçiminde ona hayat vermiştir. Bu dünyadaki yaşamın amacı ruhu bedenin “hapishanesinden” kurtararak onu sonsuzluğa yükseltmektir. Bu nedenle Hıristiyanlıkta bedenin mezara olan gidişi ruhun Tanrı’ya olan gidişi kadar baskındır: “Çünkü bedene tohumu koyan bedenden ölüm ödülünü alacaktır; fakat Ruh’a tohumu koyan Ruh’tan sonsuz yaşamın ödülünü alacaktır.” (7) Coubertin ruhu ortadan kaldırmış ve böylece kaslı vücuttan insanın mevcut dünyayla bozulamaz ilişkisini oluşturmak amacıyla, insanın Tanrı’yla olan ilişkisini bozmuştur. Nietzsche’de olduğu gibi, Coubertin’de de bedeni küçümsemek dünyevi yaşamı küçümsemek anlamına gelir. Hıristiyan “bedeni küçümseyenlere” karşıt olarak, bedende insanın “özgünlüğünün” kaynağını ve temel koşulunu gören Nietzsche’nin aksine (8) Coubertin Hıristiyanların ruhta gördüklerini bedende görür: insanın özgünlüğünün ortadan kaldırılması ve mevcut (tanrılaştırılmış) dünyaya tam uyumu için bir araç olarak bedeni görür. Coubertin için insan bu gezegende geçici değildir, sonsuzluğa tanrıda ulaşır, organik doğanın devamı ve onda tekamül eden en yüksek formdur ve bu nedenle de hayvan dünyasına egemen yasalar dünyanın en yüksek yaratıcı ve etkili gücüyken onun tamamlayıcı parçasıdır.

Coubertin’in kavramı yalnızca Platon’un beden ve ruhun ilişkisiyle ilgili kavramıyla radikal şekilde uğraşmakla kalmaz, aynı zamanda bedeni “ruhun hapishanesi” olarak gören orijinal Hıristiyan bakışının “yumuşak” bir versiyonunu temsil eden “cura del corpo si, culto del corpo no” (“bedenin iyileştirilmesine evet, beden inancına hayır” (ç.n.)) Katolik özdeyişi ile de uğraşır. Kaslı bir vücut ve fiziksel güç inancını kurmaya çalışan Coubertin “mens sana in corpore sano” (“sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” (ç.n.)) özdeyişini reddeder ve pozitif insanın yaratılışında en önemli başlangıç noktalarından birini oluşturan yeni bir ilke yaratır: “mens fervida in corpore lacertoso” (“coşkulu ruh kaslı vücutta bulunur” (ç.n.)). Bedenle olan bu farklı ilişki yaşamla farklı bir ilişkiyi gösterir: kaslı bir beden inancı dünyevi yaşam inancını yaratmaya hizmet eder. Coubertin şöyle der: “Bir heykeltıraşın heykeli yontması gibi antik dünyanın atleti de kendi vücudunu egzersizle yontarak “Tanrıları onurlandırıyordu”. Modern atlet aynısını yaparak kendi ülkesini, ırkını, bayrağını yüceltmektedir.” (9) Coubertin’de savaşçı bir gayretteki kaslı vücut, bir Hıristiyan için bir keşişin göğe çevrilmiş istekli bakışlarıyla aynı öneme sahip olur.

Coubertin’nin Hıristiyanlıkla olan ilişkisi Hıristiyanlığı paganlaştıran Arnold aracılığıyla tarif eder. Arnold “düzeni” güçsüz olanın güçlü olana merhametsiz boyun eğmesi aracılığıyla sağladığı okulda, sporu “uygarlaşmış” bir hayvanat bahçesi oluşturmak amacıyla kullanmaya çalışmıştır. Coubertin’e göre bu, (burjuva) çocukların hazırlandığı yaşama karşılık gelecek şekilde gençlerin “ahlaksal mükemmelleşmesinin” en yüksek biçimidir. Arnold, spordan kapitalist toplumun doğasına karşılık düşen karakterde “kaslı” bir vücut inancı yarattı, fakat onun üzerine Hıristiyan maneviyatını yerleştirmeye de çalıştı. Coubertin “efendi ırkın” dünyayı ele geçirme girişiminde bir engel oluşturacak her şeyi redettiği gibi, Hıristiyan “alçakgönüllülüğünü” reddeder: “kaslı Hıristiyanlardan” geriye kalan tek şey kaslar ve Coubertin’in “ilerlemenin” itici gücü olarak açıkladığı doymak bilmez açgözlülüktür.

Bedenin ruha boyun eğdiği beden ve ruh arasındaki katı ikiliğin kuruluşu modern Olimpizm’in ve Hıristiyanlığın en önemli ortak özelliklerinden birini gösterir. Bu bağlamda her iki ideoloji de bedeni kullanır ve onu “aşkın” hedefleri gerçekleştirme aracı olarak görür. Hıristiyanlıkta beden “Tanrı’nın isteğini” gerçekleştirmek için bir araçken, Coubertin’in doktrininde kapitalizmin stratejik çıkarlarını gerçekleştirmeyi temsil eder.  Coubertin insanın “hayvan doğasında” ısrar edip evrim yasalarına dayandığı halde “faydacı pedagojisiyle” insanın doğal varlığıyla uğraşır ve böylece onun doğayla olan ilişkisini koparır. Coubertin insanı doğallıktan mahrum etmiş ve onu öyle bir noktaya kadar alet etmiştir ki insan vücuduyla ilişkisi Descartes’in fizikselin mekanik felsefesinde formüle ettiği ilişkiye benzer hale gelir, fakat Coubertin’de bu Jesuitizm’in mazoşist ruhu ve kapitalist ilerlemeciliğin yok edici ruhunun vasıtasıyla olur. Hıristiyanlığın bedensel (doğal) işlevlerin kısıtlanması ve tüketilmesine yol açan meditatif aktivizminin aksine (citius, altius, fortius (“daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü” (ç.n.)) özdeyişine uygun olarak mutlaklaştırılmış “daha büyük çaba” ilkesine dayanan) spor aktivizmi çılgınca bir kas gücü çabasına ve bundan dolayı da insanın tinsellik ve entelektüelliği kadar doğal varlığının bastırılmasına, bozulup hasar görmesine yol açar.

Modern Olimpizm başka açılardan Hıristiyanlığa benzer. Her şeyden önce de anti-özgürlükçü karakterleri benzerlik gösterir. Olimpizm’in mevcut dünyaya “uzlaştırmacı” yaklaşımı ve insanın özgürlükçü şerefini tahribatı temelde ezilenlerden, efendilerine koşulsuz boyun eğmeleri ve haksızlığa itaatkâr bir şekilde katlanmayı beklemesi Hıristiyan talebine uygun düşer. Havari Paul’ün Timothy’ye yazdığı mektupta bu tutumu açıkça gösterir: “Kul olanların tümü efendilerine boyunduruk altında şeref versin…” (10) Bu iki doktrin arasındaki esas benzerlik insanın özgür vatandaşlığını (ve bundan dolayı sivil toplumun) ortadan kaldırılması ve varolmasını, mutlaklaştırılmış egemen gücün elinde nesne olmaya indirgenmesidir. Ayrıca, eleştirel mantıkla savaş ve insandan bağımsızlaştırılan manevi otoritenin tartışılmaz hale getirilmesi ve boyun eğmek (“kafalardaki kontrol”ün kurulması) vardır. İnsanın oyuncu doğasının (Eros, yaratıcı kendiliğinden davranış) bastırılması ve tahrip edilmesi modern Olimpik paganizm ve Hıristiyanlık arasında başka bir ortak özelliği gösterir. Ayrıca, insan dünyanın yaratıcısı değil,  özneliğinin ve olasılık kategorisinin yok edildiği anlamına gelecek şekilde “yazgının” (Tanrı’nın ve doğa yasalarının) oyuncağıdır. Hıristiyanlık ve Olimpizm’in diğer bir ortak noktası ataerkil düzenin tartışılmaz karakteri üzerindeki ısrarları ve kadınların kuluçka makinesine indirgenmesidir. Çalışmanın küçümsenmesi de iki doktrinin özelliğidir. Hıristiyanlık için çalışmak insanların alın yazısındaki lanettir (“Didinirken yaşamlarınızın bütün günlerini yiyeceksiniz”) ve işçiler de buna göre lanetlenmiştir. Malların üretimi onlara el konulmasından ayrılmıştır. Çalışan “kitleler” üzerinden yapılan parazitlik ve yağmacılık güçlünün “kutsal” ve “doğal hakkı” haline gelir. Dualarında insanlar kendi elleriyle yaptıkları halde “günlük ekmekleri” için Tanrı’ya teşekkür eder. Coubertin’de de aynı görüş vardır: “İnsan ırkı her zaman kendini yönetenlerden geçim kadar eğlence de istemiştir.” (11) Ailesinden kalan, yüzyıllarca Fransız köylülerden çalınarak biriktirilen 500,000 altın Fransız franka sahip bir aristokrat olan Coubertin’in iddia ettiği budur. Hıristiyanlıktaki çilekeşlik de “spor ruhuna” yakındır. En çok acı çekenin cennetin kapısından geçerken daha avantajlı olması “gerçek” Hıristiyanlar arasında acı çekme konusunda bir yarışı söz konusu yapar. Bu nedenle acı çekme konusunda rekor sahibi olan en büyük, “işkence çekerek ölmek” inananların en yüksek hedefidir. Ne var ki ticari mantıkla hareket eden bir Hıristiyan “sonsuz mutluluk” şeklindeki ödülünü almayı umarak haksızlığa itaatkâr bir şekilde katlanmaya hazırken –bu dünyevi hayat ona karşılaştırılamaz derecede yüksek bir kârı sağlayacak bir işkence direği haline gelir – Coubertin, bazı insanların (“efendi ırkın”) “mutluluğu” “güçsüzleri” sadistçe ezmede bulduğu, bazılarının da (işçiler, “aşağı ırklar” ve kadınlar) “mutluluğu” iktidara mazosistçe yaltaklanmakta bulacağı yaşam tarzını her iki taraf için “ödül” kabul eder. Olimpizm burjuva gençlikte savaşçı bir karakter geliştirmek aynı zamanda işçileri ve sömürgeleştirilmiş halkları uysallaştırmak için bir araçtır. Bu “kutsal ikilik”, parazit sınıfların elinde bir araç haline geldiğinden beri Hıristiyanlıkta da var olmuştur. Coubertin, aristokrasi ve ruhban sınıfı tarafından Hıristiyanlığı (kötüye) kullanarak, yüzyıllarca uygulanan “kafalardaki kontrolü” en yüksek politik ilkesi olarak ilan eder. Coubertin’nin orjinalliği, Yeni Çağ’a uygun araçlar kullanarak bu ilkeyi daha etkin hale getirmesidir. İnsan ruhunu ve bütün yaşamını kontrol etmeye çalışan Hıristiyanlık dualar ve bayramları emreder: kişinin “keyifleneceği” günler ve “yas tutacağı” günler, yemek yiyeceği ve aç kalacağı günler, çalışacağı ve kutlama yapacağı günler vardır.

Coubertin de insanlar üzerinde tam bir ruhsal kontrol kurmaya çabalar fakat bunu insan maneviyatını, tamamen egemen ilişkiler tarafından belirlenen günlük yaşamdaki  insan davranışlarına dahil ederek başarmaya çalışır: Hıristiyan dogması değil, yaşamın kendisi insanların davranışları ve düşüncelerini düzenleyen tartışılmaz ilke haline gelir.

O autoru

Administrator

Dodaj Komentar

Noviji tekstovi

Poslednji Komentari

Arhiva

Kategorije

Meta Linkovi

Pratite Ducijev rad i na fejsbuku