Modern Olimpizm, 20. yüzyılın totaliter ideolojilerinden biridir. Olimpik “misyonerler”in, Batı’nın hâkim manevi gücü olarak Katolik Kilisesi’nin yerine getiremediği görevi yerine getirmeleri gerekmektedir: Dünyanın manevi olarak sömürgeleştirilmesi. Olimpizmin, cellatın baltasını sallamadan önce insanoğlunun kafasına geçirdiği çuval olduğu söylenebilir.
Prof. Dr. Lubodrag SimonoviçE-mail: comrade@orion.rs
Çeviri: Lale Akalın ve Doğa Konukman
Lubodrag Simonoviç, 1970 yılında dünya şampiyoru olan Yugoslavya milli basketbol takımının oyuncusuydu. Birçok Avrupa kulübünde oynadı. 1972 yılında Münih Olimpiyatları’na katıldı. Porto Rikolu bir sporcunun doping kullanmasının saklanması üzerine protesto etmek için olimpiyatları terketti. Felsefe profesörü ve hukuk doktoru olan Simonoviç’in, “Robotların İsyanı”, “Profesyonellik veya Sosyalizm”, “Olimpiyat Aldatmacası”, “Spor, Kapitalizm ve Yıkımı”, “Felsefi Açıdan Çağdaş Olimpiyatlar”, “Yeni Dünya Düzeni ve Olimpiyatlar” ve son olarak da “Olimpiyatlar’n Felsefesi” isimli kitapları bulunuyor. Birçok kitabı yabancı dile de çevrildi. Ayrıca olimpiyatlarla ilgili bir belgeseli de var. Simonoviç, ayrıca politik afişler de çiziyor. Simonoviç, Yugoslavya’da ve yurtdışında bir çok üniversitede ders verdi.
Evli, üç çocuk babası. Belgrad’da yaşıyor.
Simonoviç, yayımladığımız bu yazısını Bilim ve Ütopya dergisi için son kitabının önsözünü özetleyerek hazırlamıştır. Yazı, İngilizceden Doğa Konukman tarafından çevrilmiştir.
20. yüzyılı geride bıraktık. Eğer bu tarihi dönemin ayırdedici olgularını saptamak istersek, spor, mutlaka öncelikli yer tutacaktır. Spor, dinin ortaçağlarda sahip olduğu önemi ele geçirmiştir: Olimpiyat Oyunları modern dünyanın en önemli şenliği haline gelmiş, Olimpiyat fikri ise bu dünyanın kutsal kitabı olmuştur. Modern Olimpik putperestlik, kapitalizmin hıristiyanlığı (diğer dinleri de) sildiği bir bir yapı görevini üstlenmiş ve insanları kapitalizmin manevi yörüngesinde birleştirmeye hizmet eden bir ideolojik araç haline gelmiştir. Önemli spor gösterilerinin takvimi, dini günlerin rolünü üzerine almış, manevi bir eksen olmuştur. Stadyum ise modern dünyanın en önemli tapınma yeri olumuştur. Spor sadece “gerçek şeytanı” (Adorno) gizlemeye yönelik bir ideolojik perde değil, insanlığın kültürel izlerini silmeye, sivil toplumun özgürleştirici mirasını yok etmeye yönelik bir burjuva aracıdır. Modern Olimpizmin temel amacı, dünyayı kültürel bir uluslar topluluğu olarak birleştirmek değil, uygar bir hayvanat bahçesine dönüştürmektir. Stadyumlar daha iyi bir dünya umudunun yokedildiği ve modern barbar sürülerinin üretildiği modern konsantrasyon kampları haline gelmiştir. Spor, sadece “sosyal olarak oluşturulmuş bir kusuru yatıştırmaya yönelik afyon,” ve böylelikle de “gerçeklikten kaçmanın en temel yollarından biri” değidir (Fromm). Aynı zamanda, insanoğlunu yozlaştırmak için kullanılan bir araçtır: bir spor gösterisi, kapitalist “kutsal ruhun” insanları dölleyerek, onları kapitalist dönüşüme uğramış hayvanlar haline getirme yolunda kullandığı bir kutsal törendir.
Modern Olimpiyat efsanesi
Modern Olimpiyat efsanesi, Batı Avrupa’nın sömürgeci devletlerinin ideologlarının, dünyayı sömürgeleştirme etkinlikleri için “uygarlaştırma” adı altında meşruluk elde etme çabaları uğrunda kullandıkları efsanelerdendir. Olimpiyat efsanesi, “keşif amaçlı” Kolomb yolculuk efsaneleri ve Katolik “misyonerlik”lerin “uygarlaştırıcı” doğası ile aynı kategoridedir. Aynı zamanda, Olimpiyat efsanesinin yaratılması, mitolojik bir bilinç ve kapitalizmin temel ilkeleri olan bellum omnium contra omnes(1) ve citius, altius, fortius(2) şeklinde ifade edilen özlü sözün anlattığı performans ilkesinin mutlaklaştırılması (Leistung) ile mitolojik bir ilişki yaratır. Olimpiyat Oyunları “bir gençlik şenliğidir” (Coubertin) -ve bu, kapitalizmin yaşam enerjisinin coşması, ve onun “ölümsüz” değerlerine olan inancın yeniden canlandırılması anlamına gelmektedir. Her dört yılda bir gerçekleşen ve hiçbir şekilde aksamaması gereken Olimpiyat Oyunları’nın “aksaksız tekrarına” atfedilen önem, işte bundan ileri gelmektedir. Modern Olimpizm, 20. yüzyılın en saldırgan, totaliter ideolojilerinden biridir. Bu felsefe, insanlığın özgürlükçü, saygın ruhunu yok etme ve onu dünyanın mevcut adaletsizlikleriyle “uzlaştırma” (Comte) eğilimini taşımaktadır. Olimpizm, 20. yüzyılın manevi gökkubbesini ayakta tutan desteklerden biridir ve böylelikle de tekelci kapitalizmin ana hedeflerinden birine ulaşması için kullanılan temel politik araçtır: demokratik kurumları ortadan kaldırmak ve emekçi sınıf üzerinde dolaysız denetim sağlamak. Coubertin’in kurumlar üzerinde başarılı bir denetim sağlayabilmek için, öncelikle “beyinler üzerinde denetim” sağlanması gerektiği düsturu Naziler tarafından da bir “yeni düzeni” yaratmak amacı ile benimsenmişti ve bugünkü “yeni dünya düzeni”nin destekçileri için de bir kılavuz ilke olarak hizmet etmektedir. Sürekli olarak sayıları artmakta olan, git gide daha fazla kanlı hale gelen spor gösterileri, aslında insanların dikkatlerini temel varoluş konularından uzaklaştırarak, karar verme yetilerini zayıflatmayı amaçlamaktadır: spor, “kitlelerin en ucuz manevi besin kaynağı” olmuştur (Coubertin).
Olimpizmin eleştirisi, en güçlü kapitalist şirketlerin yönettiği küresel totaliter bir düzen durumuna gelen kapitalizm bağlamında görülmelidir. Kapitalist şirketler, uluslarüstü kurumlar (NATO, IMF gibi) oluşturdular. Bunlar ulusların ve yurttaşların egemenliği temeline dayanan kurumların yerini almıştır ve kapitalist güç merkezlerinin insanlığı içine alarak kuşatmayı amaç edindiği küresel bir konsantrasyon kampının dış sınırlarını oluşturmaktadırlar. Adına “uluslararası spor kuruluşları” denen kuruluşlar, yönetimdeki siyasal grupların ve çok uluslu şirketlerin truva atı rolünü üstlenmektedirler. Bu kurumlar, otoriter yapıları ve uluslarüstü yönetmelikleri aracılığı ile, ulusal ve sivil egemenliği ilk sorgulayanlar olmuşlardır. Bu kurumlar, ulusal kültürleri yok etmeyi, insanları köle düzeyinde, kapitalizmin manevi yörüngesinde bütünleştirmeyi amaçlayarak “yeni dünya düzeninin” en önemli aracı olmuşlardır. Olimpizm, küresel kapitalist totaliter bir rejim kurulması yolunda engel yaratabilecek her türlü normatif (geleneksel, ahlaki, hukuki, dinsel) sınırlamayı kaldırma amacını güden “küresel” ideolojinin tacıdır. Spor, modern yasaların dayandığı en temel insani ve sivil hakların tam tersi kavramları dayatmaktadır: cinsel ayırımcılık; ciddi bedensel yaralanmalara sebep olma ve öldürme hakkı; çocuklara gaddarca kötü muamele; sporcuların modern köleler haline dönüştürülmesi; ilaçların kötüye kullanımı ve sporcuların denek olarak kullanılması; “uluslararası spor kuruluşlarının” anti-demokratik niteliği, özellikle de anti-demokratik yapısıyla, ulusal olimpiyat komiteleri aracılığıyla davranış kurallarını dikte eden Uluslararası Olimpiyat Komitesi (UOK)… Bütün bu “ayrıntılar” sporun, kapitalizmin Sosyal Darwinci ve ilerlemeci ruhunun “saf” bir şekilde somutlaşması, bu suretle de küresel pozitif tek fikirlilik oluşturulması yolundaki temel araç olduğunu gösterir: Olimpizm mevcut dünyanın kültü, pozitif hayatın felsefesidir.
Kapitalizmin yeni mesihi: Coubertin
Olimpizmle kurulan bu mitolojik bağ, kurucusu Pierre de Coubertin ile de bir mitolojik ilişkiye yol açmıştır. Hiç abartmış olmadan, rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: “Özgür Dünya”nın ideologları “reel sosyalizm”i savunan meslektaşlarının yardımıyla, Coubertin’i Olimpiyat kutsal kitabı ile insanın varoluşunun gerçek amacını ortaya çıkaran yeni bir “mesih” haline dönüştürmüşlerdir. Coubertin’in en bağlı destekleyicileri, onun “seçilmişler” çevresinin bir ferdi olduğunu düşünerek, onu “ilahi baron” ilan ettiler ve onun peygamberce niteliklerini ortaya koyan ve “peygamberce” (Olimpiyat) yolunu anlatan efsanevi biyografiyi yazdılar. Kendisine atfedilen bu “ilahi nur”a Coubertin’in kendisi de büyük ölçüde katkıda bulundu. Coubertin, “kiliseyi” modern Olimpik hareket içinde, Uluslararası Olimpiyat Komitesi (UOK) Üyelerini de “Olimpiyat fikrinin omuzlayıcıları”, yani Olimpizmin kendine özgü havarileri olarak görüyordu. Coubertin, kendini ise Olimpik hareketin “manevi babası” olarak gördü. Kendisi için hayal ettiği, Modern Olimpik putperestliğin “en üst seviyedeki papazı” rolü idi. Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin (UOK) merkezi, yeni Vatikan haline geldi. Coubertin’in, insanlara yeni bir yaşam amacı kazandıracağını düşündüğü Olimpizmi, modern dönemin hakim düşüncesine (dini, felsefi, bilimsel) dönüştürme arzusunu göz önüne alınca kendine özgü peygambervari bir misyon ile karşı karşıya olduğumuz görülür. Coubertin’in farklılığı, kadim Olimpiyat Oyunlarının “canlandırıcısı” (Le Rénovateur) olarak ortaya çıkmasıdır. Bunun anlamı şudur: Coubertin, Olimpus tanrılarının “elçisi”, bu suretle de Helen Uygarlığı ve modern uygarlıklar arasındaki organik bağ olarak görünmektedir. Coubertin, Grekler’in kendilerini “düşünmeye az, kitaplara ise daha da az adadıkları” görüşüne dayanarak bir pozitif insan yaratmak ve bir pozitif toplum kurmak istemiştir. Ancak, bir yazı yazma hastası olması nedeniyle, (600’ün uzerinde kitap, makale ve konuşma metni yayınlamıştır), pozitif hayatın en temel prensibi olarak kendisinin gündeme getirdiği ilkeyi gözardı etmiştir. Coubertin’in sözlerine inanılmamalıdır. Yazıları çözümlenince açıkça görülmektedir ki; bu yazılar, okuyucuyu varoluş üzerine can alıcı soruları değerlendirmeye yöneltme amacını gütmemektedir. Coubertin’in yazılarının amacı, okuyucuyu fanatikleştirmek ve onu parazit yönetici sınıfın çıkarlarını takip etmeye yöneltmektir. Coubertin’in Olimpik yazıları, siyasi kitapçıklarla incilvari bir nitelik vermeye çalıştığı “gerçeklerin” bir sentezidir. Bu yazılar, eleştirel ve özgürlükçü (libertarian) bir bilinç değil, yakaran (apologetic) ve boyuneğici (submissive) bir bilinç geliştirirler ve bu suretle de temsil ettikleri “işlevsel” (practical) felsefe ile uygunluk içindedirler.
Coubertin efsanesi onun hayatını “barış” ve “uluslararası işbirliği”ne dayanan “daha iyi bir dünya” yaratılmasına adadığı savına dayanmaktadır. Kadim Olimpiyat oyunlarını “canlandırması” ve bu oyunlara yeni bir ruhla ilham vermesi de bu sava bağlanmıştır. Eğer bu gerçekten böyle ise, sorulması gereken şudur: Yazı kalıtı 60.000 sayfanın üzerinde olan Pierre de Coubertin, insanlar tarafından neden tanınmamaktadır? Birçok ülkede Olimpiyatların 100. yıldönümü gururla kutlanırken, Coubertin’in yazılarından tek bir satırın bile basılmamış olması nasıl olanaklıdır? Coubertin’in yazılarının sansürcülerinin, onun Olimpiyat fikrinin resmi “savunucuları” olmaları, olayları daha da garip bir hale getirmektedir. Olimpiyatlarla ilgili resmi olarak görevli beylerin “ilahi baron”a karşı böyle bir tavra girmelerinin temel sebebi, Coubertin’in en temel eserlerinde Avrupa burjuvazisinin militan bir temsilcisi olarak görünüyor olması ve emekçi “kitlelerle”, kadınlarla ve “aşağı ırklarla” başetmenin strateji ve taktiklerini inceden inceye geliştirmiş olmasıdır. Coubertin’in siyasi yazıları, dünyayı yönetenlere, sporu bir araç olarak kullanarak ve bedensel hareketlerle zulüm ve baskı altında ezilmiş kitlelerin özgürleşme çabalarının nasıl etkin olarak engellenebileceği ve nasıl bu kitleler üzerinde küresel bir üstünlük kurulabileceği konusunda politik talimatlar içerir. Coubertin’in ölümünden 60 yıl geçmiş olmasına karşın, halen Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ni oluşturan beyefendilerin ulusal Olimpiyat Komiteleri’ndeki beyefendilerle birlikte Coubertin’in toplu eserlerini yayınlamak yerine, seçilmiş birkaç pasajı basıp topluma “Seçme metinler”(1) (Textes choisis), halinde sunmalarının altındaki en temel sebeplerden biri budur. Bu seçilmiş metinlerden, Coubertin’in Olimpik doktrinin gerçek doğası ile ilgili belirleyici ifadeler taşıyan hemen her şey çıkarılmıştır. Coubertin kapitalizmin adaletsiz bir düzen olduğunu yazılarında açıklıkla belirtmiştir. Bu, burjuva ideologların her ne pahasına olursa olsun, saklamaya çalıştıkları bir şeydir. Burjuva kuramının neden Coubertin’in eserlerini sistematik olarak gözardı ettiği böylece açıklıkla görülmektedir.
Olimpiyat Oyunlarının babası Coubertin, Hitler hayranı ve Nazi destekçisi
“Sporun apolitik niteliği” ile ilgili popüler tez göz önüne alındığında, Olimpizmi ve “kurucusu”nu yüceltenler bile Coubertin’in gerçek “yüceliği”nin sporun gelişimine olan katkısından değil, sporu “uluslararası işbirliği için köprü oluşturma aracı” yapmaktan kaynaklandığını düşünmektedirler. Coubertin’in Olimpiyat Oyunları ile ilgili çalışması, “barış politikasının” bir simgesi haline gelmiş, Coubertin ise bir “barış politikacısı” olmuştur. Bu sebeple, hayatının son on yılında açıkça Nazi rejiminin destekleyicisi olarak gözüken Coubertin’in biyografisine hayatının bu bölümünün dahil edimemesi anlaşılabilir bir durumdur. Yine anlaşılır olan bir başka şey de, Coubertin’in Olimpizminin en önde gelen yorumcu ve propogandacılarından biri olan Yves-Pierre Boulongne’in Coubertin’in Nazilere olan kör bağlılığını ve Hitler’e hayranlığını “açıkladığı” çalışmaları dolayısı ile “şizofren” olarak nitelendirilmesidir. Gerçekte, otoriterliğin ve sömürgeciliğin fanatik bir destekleyicisi olan Coubertin için “barışsever” Coubertin efsanesinin korunması, Olimpizm ideologları için olanaksız bir görevdir. Bu suretle, Coubertin uzmanlarının en temel kaygılarından biri, Olimpiyat efsanesini, modern Olimpiyat Oyunları’nın “babasından” nasıl koruyacakları olmuştur: Kopyanın güvenilirliğini sağlayabilmek için, “takipçiler”in orjinali yoketmesi gerekmektedir.
Coubertin’in “ilahi baron” ve “20. yüzyılın en büyük hümanistlerinden biri” olarak gösterildiği kıstaslara göre, Naziler de “hümanist” ve “barışsever” olarak tanımlanmalıdır. Berlin Olimpiyat Oyunları “barış” ve “uluslararası işbirliği” simgesi olarak organize edilmemiş miydi? Berlin Olimpiyat Oyunları’nda şu “ünlü” sözü söyleyen Hitler değil miydi? “Olimpiyat alevi hiçbir zaman sönmesin!” Hitler’in 300. 000 Reich marklık cömert katkısı ile kadim Olimpia’nın arkeolojik kazılarını tamamlayanlar Nazi’ler değil miydi? Mimarı Albert Speer’a 400 000 kişi kapasiteli dünyanın en büyük Olimpiyat stadyumu için planlar tasarlaması talimatını veren Hitler değil miydi? “Olimpiyat Meşalesinin” “kutsal” Olimpiya’dan Berlin’e getirilmesini yani Helen medeniyetinin faşist Alman medeniyeti ile organik yakınlığının simgeleşmesini ve bunun Olimpiyatların en önemli simgelerinden biri haline gelmesini ilk kez organize edenler Naziler değil miydi? Nazi Olimpiyatlarının kendi düşüncesine göre, Hitler’in “güç” ve “disiplini” ile aydınlandığını ve izleyen oyunlar için de bir model görevi üslenmesi gerekliliğini beyan eden Coubertin değil miydi? Yine, Hitler’in “Moden çağın en büyük şekillendiricilerinden biri” olduğunu beyan eden Coubertin değil miydi? Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ndeki beylerle birlikte (UOK), şevkle Naziler’i destekleyen ve Olimpiyat fikrinin tahrifata uğramaması dileği ve yüreğinin eski Olimpiya’ya gömülmesi “misyonu” uğruna yazılı eserlerini Komite’ye miras olarak bırakan Coubertin değil miydi?
Olimpizmi hümanizmle eş anlamlı gösterme çabasının nedeni
Olimpizm için “hümanist” bir meşruluk kazanmaya çalışan burjuva kuramcıları, tüm dünyada insanlığın karşısındaki en büyük zorluk olarak kabul edilmiş olan evrensel insani değerleri ifade eden kavramları kullanmaktadırlar: “Barış”, “uluslararası işbirliği”, “gençlik”, “sağlık”, “ilerleme”, “güzellik”… Olimpiyat hakkında söylenen sözlerde hümanist ideallerin baskınlığı, Olimpiyat Oyunlarının değer yargısı boşaltılmış (value-neutral) olgular olmadığını, bu suretle de iyi ve kötü ötesi olmadığını düşündürmektedir. Tam tersine, herşey Olimpizmi hümanizm ile eş anlamlı göstermek amacı ile yapılmaktadır. Bu suretle, bir spor alanında ulusların arasında yapılan savaş “barışçıl işbirliği” olmakta, en şiddetli savaş taraftarları ve faşist suçlular, Olimpiyat giysileri içinde olunca, “barışsever” haline gelmektedirler. Olimpiyat efsanesi en büyük şeytanın sahte meleksi bir görüntüye büründüğü bir aynadır. Olimpizm, baskı altındakileri yatıştırmaya ve bu insanların zengin “seçkin”lerin gaddarca yönetimindeki düzene karşı mücadelelerini durdurmaya çalışır. “Uluslararası işbirliği” kisvesi altında, insanların aşağılık sosyal durumlarından kaynaklanan memnuniyetsizliklerini, spor sahalarında, diğer ulusların üzerine yönlendirilir. Bu suretle, “ulusal bütünleşme” sağlanır ve toplumdaki sınıf ayrımının “üstesinden gelinmiş” olur, sınıfsal sömürü gizlenir. Takım sporları da aynı rolü üstlenir: Ligler haklarından yoksun bırakılmış insanlar arasında gelişen kurumsallaştırılmış, savaşlar haline gelmiştir. Bu suretle, bu insanların pasifize (depolitize) edilmesi için bir denetleme yolu durumundadır. Aynı zamanda, Olimpiyat hakkındaki sözlerde en yüce insanlık ideallerinin kullanılıyor olması, Oimpiyat fikri ve uygulamalarına dair başlatılabilecek olan eleştirileri engellemektedir. “Kadim gelenek” uyarınca Olimpiyat Oyunları bir barış simgesi haline gelmiştir, oysa ki bu tezin savunucuları kadim Olimpiyat Oyunlarının bir “kutsal ateşkes” ve savaşın devamı için bir manevi hazırlık olduğunun pek ala farkındadırlar ve Coubertin’in “kendi” Olimpiyat Oyunları için saptadığı en önemli hedef de zaten buydu. İlginçtir ki burjuva kuramcıları Coubertin’in Olimpik “hümanizma”sının modern toplumun onsuz tahayyül bile edilemeyeceği fikirlerden yoksun olduğunu “farketmiyorlar”: Özgürlük, eşitlik, kardeşlik. Şu “büyük Fransız yurtseveri” Coubertin Olimpik simgeler arasında Fransız bayrağının renklerine bir yer bulamıyor. Bu da modern Olimpizmin modern toplumun özgürleştirici mirasına karşı savaştığını göstermektedir(…)
Olimpizmin doğuşu ve temelleri
Modern Olimpizm 20. yy.’ın sonlarına doğru, bütünden ayrılmış (ama soyutlanmış değil) ve göreli olarak bütünlüklü (integral) bir manevi hareket olarak yaratıldı. Doğası, kapitalist toplumun doğası tarafından şartlandırılmıştır, tıpkı kadim Olimpizmin köleci Yunan toplumunun doğası tarafından şartlandırıldığı gibi. Modern Olimpik felsefe, Olimpik Hareket ve modern Olimpizm uygulaması Coubertin’in Olimpik düşüncesinden kaynaklanmamaktadır: Olimpizmin tüm asli unsurları, Coubertin Olimpiyat Oyunları organizasyonunu bir uluslararası spor yarışması olarak başlatmadan ve Olimpizmi en yüce ve tek gerçek din olarak ilan etmeden önce zaten şekillenmişti.
Olimpik hareket sporun gelişmesinden değil, 19. yy.’ın ikinci yarısında Batı Avrupa’da, çeşitli etmenlerin neden olduğu, hakim manevi ortamın etkisi altında doğdu. 18. yy’da başlamış olan ve 19. yy.’ın sonunda doruğuna erişen sanayi devrimi “bilim ve tekniğin gelişiminin sınırsız olanakları” efsanesinin temelini oluşturdu. Özü, ünlü özlü söz citius, altius, fortius’da ifadesini bulan Olimpik “ilerleme” bu efsanenin üzerine inşa edilmiştir. İkinci etmen tekelci kapitalizmin gelişimi ve yeni ekonomik ve politik güç merkezlerinin kurumlaştırılmasıydı. İlerici yurttaşların ve işçilerin siyasi mücadelesi sonucu ortaya çıkan demokratik kurumlara saldırdılar ve böylece sadece burjuvazinin elinde olacak bir siyasi araç olarak yeni bir totaliter güç mekanizması oluşturmak gitgide daha önemli hale geldi. Yeni zengin “seçkinler”, Modern Çağ’ın ilerlemeci (progressivistic) ruhuna uygun olarak bir evrensel ve küresel ideoloji yaratma eğilimindedirler. Amaçları, kadim Yunan’ın, Hristiyanlığın, Rönesans’ın, Aydınlanma’nın ve Fransız Devrimi’nin özgürleştirici (emancipatory) mirasını yok etmek, liberal doktrini “düzeltmek”, sosyalist (komünist) fikri kökten silip atmak ve giderek sayıları artan sınıf bilincine sahip işçiler üzerinde burjuvazinin manevi tahakkümünü kurmaktır. “Saf” biçimiyle kapitalist toplumun dayandığı temel ilkeleri (homo homini lupus est ve bellum omnium contra omnes) temsil eden spor, yönetici sınıfın işçileri militarize etmek ve ehlileştirmek (politikadan uzaklaştırmak) için ve onları mevcut düzene katmak için ideal bir araç haline gelmiştir. 19. yy.’ın sonunda, sporun kurumlaştırılması, daha sonra burjuvazinin, eleştirel bilinci yok ederek ve sadık ve kullanması kolay bir yurttaş yaratarak “kafalarda denetimi” (Coubertin) gerçekleştirmek için en belli başlı “ideolojik polis gücü” (Hoch) haline gelecek olan bir mekanizma yarattı.
“Olimpik Oyunları yenilemek” uğruna gösterdiği çabalarda Coubertin, sporu, yönetici sınıfın siyasi ve ekonomik hedeflerine varmak için bir araç olarak gören bir doktrini izledi. Coubertin’in Olimpizminin (19. yy.da ortaya çıkan Olimpik fikirlerden sadece bir tanesiydi) en baştaki amacı uluslararası sporu Fransız eğitim sisteminin içine bazı değişiklikleri sokmak için bir araç olarak kullanmaktı (benzer değişiklikler Thomas Arnold tarafından İngiliz devlet okullarına sokulmuştu). Bu da burjuva gençlerinden yeni falanjlar oluşturmayı mümkün hale getirecek ve böylece Fransa’nın sömürgeci yayılmasını güvence altına alacaktı. “Fransa’nın kolonyel (sömürgeci) şanını geri alalım!” (Rebronzer la France!” ve “Zengin olalım!” (Enricher-vous!”)- bunlar Coubertin’in Fransız burjuvazisini yeni sömürgeci arayışlara yöneltmek için kullandığı sloganlardı. İlk başlarda Olimpiyat fikri Fransa’nın “uygar ülkeler”le, özellikle de en önde gelen sömürgeci güç olarak Coubertin için tartışmasız bir model olan İngiltere ile yarışmasını öngörüyordu. Spor alanında “barışçıl” bir yarışma, en güçlü Batı Avrupalı ülkelerin manevi bütünleşmesini yaratacaktı. Bunun da başarılı bir sömürgeci yayılma için gerekli olduğu düşünülüyordu. Coubertin’in Olimpiyat fikrinin bir küresel manevi güç haline gelmesini sağlayan şey ise, bunun emperyalizmin ideolojik tacı gibi görünmesiydi. Modern Olimpik hareket, dünyayı insani bir temelde birleştirmek isteyen ilerici insanların girişimlerinin sonucu olarak değil, yeni doğal kaynaklara, ucuz iş gücüne ve yeni pazarlara ulaşmaya çalışan Avrupa aristokrasisinin, önde gelen kapitalist ve askeri çevrelerin girişimleri sonucu olarak ortaya çıkmıştır. “Olimpik enternasyonalizm” ilk olarak Avrupa kapitalizminin çıkarlarından doğmuştur: Avrupa’nın sömürgeci yayılması Coubertin’in Olimpizminin arkasındaki esas itici güçtür. Bu, Modern Çağ’da değişik şekiller içinde ve değişik rollerle ortaya çıkan kapitalist küreselleşmenin temel direklerinden biri idi, halâ da öyledir. Olimpik “misyonerler”in, Batı’nın hakim manevi gücü olarak Katolik Kilisesi’nin yerine getiremediği görevi yerine getirmeleri gerekmektedir: Dünyanın manevi olarak sömürgeleştirilmesi. Olimpizm, tarihteki, küresel boyutta olan ilk manevi harekettir ve küresel kapitalist totaliterliğin bir öncüsüdür. Olimpizm, bugünkü (Amerikan) “yeni dünya düzeni”nin , ya da, 19. yy.’ın sonlarına doğru ve 20. yy.’ın başlarında Coubertin’in kurmaya çalıştığı yeni bir sömürge düzeninin temel taşlarından biridir. Hoch’un denklemini kullanacak olursak, Olimpizmin, “yeni dünya düzeni”nin savunucularının küresel ideolojik polis gücü olduğunu, Olimpiyat Hareketinin de, uluslararası yasa ve düzeni yok edip küresel bir hakimiyet kurmayı amaçlayan Uluslararası Olimpiyat Komitesi (UOK)’nde ve diğer “uluslararası spor kuruluşları” adı verilen kurumlarda ifadesini bulan, en büyük ve en önde gelen siyasi güçlerin kendine özgü uluslararası bir arenası olduğunu söyleyebiliriz. Olimpizmi çözümlersek aşağıdaki sonuçlara varırız: Dünyayı yönetenler, Olimpik hareketi de yönetmektedirler; şöyle ki: (Coubertin’e atfedilen) “katılmak önemlidir”, dünyanın efendileri tarafından dikte edilen kurallara göre oynamak ve özgürlük için savaşmaktan vazgeçmek önemlidir demektir. Bırakalım en güçlüler yönetsin ve daha zayıflar onlara tabi olsun- Olimpiyatların özü budur.
Emperyalist kapitalizmin küreselleşme ruhunun simgesi: Modern Olimpizm
Modern Olimpizm belirli bir din ya da kültürden doğmuş değildir; saf biçimiyle emperyalist kapitalizmin “küreselleşme” ruhunu simgeler ve bu nedenle de geleneksel dinlerle, ulusal kültürlerle, özgürlük ruhuyla, eleştirel bilinç ve mantıkla ilişkisini koparır. Uluslararası Olimpiyat Komitesinde özgür düşünceli sanatçılara ve felsefecilere yer olmamasına, ama bunun yerine, mülk sahipleri, askerler, bankerler, sanayiciler ve bürokratlarla dolu olmasına, en belli başlı kişilerinin faşist partilerin ve hareketlerin açık sempatizanları olmasına şaşmamak gerekir. Coubertin’in, çarpıtılmış ama öte yandan idealize edilmiş bir Helen kültürüne istekli olması, kapitalist toplumun dayandığı ve sporda simgeleşen Sosyal Darvinist ve ilerleyici-progressistic ilkelere “kültürel” bir meşruiyet sağlamak için bir kılıftır. “Kadim gelenekleri yenileme” fikri verimli topraklara saçıldı ve Avrupa’nın hümanist entelektüel çevrelerinden pek çok kişi hakim olan manevi ortamdan hayal kırıklığına uğrayıp kadim döneme döndüler ve idealize edilmiş Helen uygarlığında kendi hümanist arzularına bir destek bulabileceklerini, onları böylece canlandırabileceklerini ümit ettiler. Coubertin’in kadim Yunan’la olan mitolojik ve Procrustean ilişkisinin burjuva felsefe ve tarih çevrelerinde tepkiyle karşılanmamış olmasının esas sebeplerinden biri de budur. Yunan’a dönmek, aynı zamanda, Marx’ın kapitalizm eleştirisi ve sosyalist (komünist) doktrini temelinde geliştirilmiş olan gelecek kavramıyla başa çıkmanın da bir yolu oluyordu. Hümanizmin klasikçi savunmasının, kurulu düzen savunması olduğu ortaya çıktı. Buna da ilaveten, kadim manevi mirası “canlandırma çabaları”, en gelişmiş Avrupa ülkeleri arasında, manevi önderliği sağlamak için, Helen kültürünün meşru mirasçısının kendileri olduğu ve kendi ülkelerinin Avrupa uygarlığının manevi beşiği olduğunu ispatlama çabalarının bir parçası haline geliyor. En güçlü sömürgeci ülkeler arasında, sömürge ganimetini paylaşma ve Avrupa toprakları üzerinde hakimiyet için mücadele (bu bağlamda, Fransa’nın, Prusya ile savaşta yenilmesi) Coubertin’i, genç Fransız burjuvazisi içinde yarışmacı bir ruh geliştirmek konusunda daha da ısrarcı olmaya yöneltti. Coubertin, Sosyal Darvinci yasaları toplumun gelişmesi için tartışmasız bir temel olarak kabul ettiği için, ülkeler (ırklar) arasındaki ilişkinin kurulmasında pasifizmin temel olmasını reddeder ve savaşı insanlığın kaçınılmaz (ve hoş karşılanan) bir kaderi olarak ilan eder. Modern Olimpiyat oyunları “barışa adanmış bir şenlik” değil, dünyayı yöneten savaşkan ruha tam bir teslimiyeti ifade etmekle birlikte geçici olarak silahlarını bir yana koyacakları bir ateşkes (la trêve sacrée) olarak düşünülmüştür.
Coubertin’in Olimpizmi için dünya sanayi sergileri (1889’da Paris’te yapılan sergi gibi) “kültürel” bir ilham kaynağı olmuştur. Buralarda, kapitalizmin küreselleşmesinin, ileride Olimpiyat gösterilerinin ve askeri törenlerle yönetici “seçkinler”in yaptığı diğer debdebeli gösterilerin kaynağını oluşturacak olan gösterişli bir ifadeye tanık olmuştur. Askeri geçit törenleri, hükümetin en yüksek temsilcilerinin hoş geldiniz konuşmaları ve onların himayelerinde yapılan bir gösteri- tüm bu ayrıntılar, Olimpiyat törenlerinin asli özellikleri haline gelecekti. Bütün bunlar Olimpiyat Oyunlarının mevcut düzeni gözlerde büyütmek, yani mükemmel bir siyasi düzen olarak sunmak üzere gösterişçi bir şekilde düzenlenmiş olduğunu gösteriyor. Buna ilaveten, Coubertin, Shropshire’da “Olimpiyat sahalarında” Brookes yarışmalarından çok etkilenmişti. Yarışmaların “ciddiyeti” (marş, konuşmalar, flamalar, kazananın taçlandırılması, şiir ödülleri vb) Olimpiyat Oyunlarının temel özelliklerinden olacaktı. Buna, Avrupa ve Amerika üzerinde İngilizlerin manevi etkisi nedeniyle sporda “uygar davranış”ın yasası haline gelen “uluslararası” spor adamı kimliğinin ve gelişmiş kapitalizmde aristokrat ideallerin, dolayısıyla da dürüstçe yarışmanın somutlaştığı “İngiliz Beyefendisi”nin önemi de eklenmelidir.
Ecocidal, kapitalist öfke, hem Malthus’un kuramını hem de Nazi barbarlığını “geride bırakan” soykırımcı bir doktrine ve uygulamaya yol açtı: git gide daha çok kişiyi yok etmek, git gide daha az sayıda insanın temel bir yaşam durumu haline gelir. Tıpkı Nazi Olimpiyatları’nın, Yahudileri, Slavları ve Çingeneleri yer yüzünden silmek için yaptıkları aceleci hazırlıkları gizlemek için kullanılan bir maske olduğu gibi, bugünkü uluslararası spor da insanoğlunun en büyük kısmını, Batı’nın en gelişmiş kapitalist ülkelerinde yaşayan “altın milyar”ın hayatlarını idame ettirmesi uğruna yok etmeyi gizleyen bir “barışçıl” duman perdesidir. Aynı zamanda da, insanoğlu, yer yüzünden yaşamın tamamen silinmesi olasılığıyla git gide daha çarpıcı bir şekilde karşı karşıya kaldığı için, olası demokratik seçenekler bulmak da oldukça imkansız hale geliyor. Çok uluslu şirketlerin, yurttaşların kendi egemen siyasi iradelerini ifade etmelerini ve kendi varoluşsal çıkarlarını savunmalarını mümkün kılan, kurumsal devlet yapılarını yok etmek için icat ettikleri “yeni dünya düzeni”, kapitalist yok edişle şartlanmıştır. Totaliter kafa yaşamı yok etmek fikriyle birlikte var olur: Kapitalizm, sivil toplum içinde yaratılmış olan demokratik kurumları ve bir novum ceninini tahrip eder ve ecocidal terörizm üzerine inşa edilmiş bir küresel faşizm kurar.
Siyasi bir spor kuramı olarak Olimpizmin eleştirisi
Bu iş Marx’ın dinin eleştirisinde kullanılan aynı yöntemi kullanır; ama Marx’ın din eleştirisi, çevresini saran fantastik nurun din olduğu “göz yaşı vadisinin eleştirisi”dir. Öte yandan, modern Olimpiyat putperestliğinin eleştirisi ise çevresini saran gösterişli nurun Olimpiyatlar olduğu kapitalist ölüm vadisinin eleştirisidir. Sporun, çağdaş eleştirel bir toplum kuramının başlangıç noktası olarak hayati önemi vardır. Olimpizmin eleştirisinin ayırt edici özelliği, kapitalizmin artık “saf” bir tahrip dizgesi haline gelmekte olduğu gerçeğinden ileri gelmektedir. Bu da, kapitalist ilişkilerin ve değerlerin somutlaşması anlamında sporu ve bu ilişkiler ve değerlerin “insancıl” maskesi olarak Olimpizmi yeni bir ışık altına taşır. Spor bir ölüm sanayii ve kapitalizmin gerçek yüzünü yansıtan bir ayna haline gelmiştir. Sosyal Darvinci ilke, bellum omnium contra omnes ve ilerlemeci ilke citius, altius, fortius, insanoğlunun kendi kendini yok etme sürecini başlatmıştır. Spor, insanın yok olma sürecini sona erdirir ve böylelikle doğaya karşı kapitalist ilişkinin imgesini temsil eder. Habermas ve Rigauer’in, spor eleştirilerinde söyledikleri gibi, sporcular yalnızca iş gücü olmakla kalmazlar aynı zamanda da sarf edilen emeğin hem aracı hem de nesnesidirler ve spor yalnızca bir kültürsüzleştirme (decultivisation) şekli değil, aynı zamanda insanın doğadan uzaklaştırılmasının (denaturalization) (robotlaştırılması) şeklidir de. İnsanın biyolojik olanakları ile “ilerleme”nin onun için tayin ettiği gereksinimleri arasında git gide artan bir uzlaşmazlık insanın git gide daha fazla ezilmesine, hem bedeninin hem aklının canavarca yok edilmesine yol açmaktadır: Sporcu, insanın kapitalist surrogatei haline gelir. Bir siyasi spor kuramı olarak Olimpizm, yalnızca kültürsüz bir uygarlık yaratma şekli değil, aynı zamanda da bir ölüm ideolojisi yaratma şeklidir. “Sporun gelişmesi”, en açık biçimde, şu gerçeği doğrulamaktadır: Kapitalizm içinde hiçbir mekanizma, öngörülmüş ilerleme sürecini yok olma yolundan çeviremez ve sosyal kurumlar ve burjuva toplumunun kural koyucu yapısı (normative firmament) kapitalizmin korunması ve geliştirilmesi için bir araç haline gelmiştir. Burjuva kuramı başarısız oldu: Kapitalizmin ideologları kapitalizmin kirli izlerinin temizleyicileri ve insanoğlunun mezar kazıcıları haline geldiler. Kapitalizm bir yandan da kendi (manevi) çocuklarını yemektedir.
Celladın kurbanının kafasına geçirdiği çuval
Spor, Sosyal Darvinci kuram üzerine inşa edilmiş bir uygarlığın sonunu ve (absolutized) performans ilkesinin mutlaklaştırılmasını simgelemektedir: “Yarışma” ilkesi hakimiyet ilkesi haline gelmiştir, öte yandan da “ilerleme” ilkesi yok etme ilkesi olmuştur. Olimpizm, yeni doğan ve gelişen bir kapitalist toplumun ideolojisinden, birikmiş yok edici gücü insanlığı yok olmayla tehdit eden, ufalanan kapitalist bir ideolojiye dönüşmüştür. Spor alanlarında görsel (visionary) değil ölüm-kalımcı (apocalyptic) bir ruh hakimdir. Spor, kapitalist “ilerleme”nin icat ettiği, insanı kendi kendini yok edici çılgınlık girdabına ve aynı şekilde, Helen dünyasının gerilemesine neden olan, kendi kendini yok edici, kadim devlet (polis) çılgınlığına çekmenin en etkili yoludur. Bu, yalnızca kapitalizmin daha fazla gelişmesinin ölümcül sonuçlarına ilişkin bilinci yok etmekle kalmıyor aynı zamanda da onu yenmenin ve Fransız Devrimi’nin yol gösterici ilkesini fark etmenin nesnel olasılıklarına ilişkin bilinci de yok ediyor. Dünyanın yok olmasının korkunç boyutlarına bakınca, Olimpizmin, cellat baltasını sallamadan önce insanoğlunun kafasına geçirdiği çuval olduğu söylenebilir. Gün, saat gelip çatmıştır: Ya insanlık kapitalizmi yok edecektir, ya da kapitalizm insanlığı.
DİPNOTLAR
1 Herkesle birlikte herkese karşı.
2 Daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü.